Amaç olmaksızın
Bugün, insan hayatına baktığımızda öncelikle; mutsuz, gelecek kaygısı içinde ve sağlıksız olarak kendini yinelediğini görebiliyoruz.
Mutsuz; çünkü, ihtiyaçlar listesi her gün daha da artıyor… Gelecekten kaygılı; çünkü, korkuları hayat felsefesi olmuş… Sağlıksız; çünkü, özgürlüğünü “Ben böyle iyiyim” diye, her an zehirliyor.
Acı olan şu ki; insan, kişiselleştirdiği sorumsuz sürecinde ne yazık ki hayatına kör bakıyor.
773 yıl önce; “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun” diyen, Şems-i Tebrizi, insana yaşamın özünü anlatmış anlatmasına da, aradan geçen bu zamanda insan hayatında ne yazık ki hiç bir şeyin değişmemiş. İçinde bulunduğu duruma olan inancının ezberler düzeni olduğuna dokunmadığı sürece de değişmeyecek görülüyor.
İnsan, amaçlar zincirinde yinelemeye devam ederken, içinde ve içimizde olan yönlendirenin olmadığı hakikati ile hayatına “Amaç olmaksızın” dokunmak istemiyor.
Zihinsel özgürlüğü bilmediğimiz, düşüncenin bir tepki ve de en önemlisi şiddeti kendine uygulayan olduğuna kör, bir yönlendiren olduğunu anlayamadığımız için mutlaka bir şey yapmaya ihtiyaç duyarız. Bu hal bizi sürekli besler, kurduğumuz hayali ve yalan bir sistemde, sadece insana ait psişik zamanda etkin olmamız gerektiğine ikna eder.
Çevre -olasılık- etkisi, anı sürekli değiştirdiği için öğretilmiş bir inanç olan zaman kavramını boşa çıkarmaktadır. İnsan, hayat anlayışını düşünce+düalite+tepki+şiddet üzerine kurduğu için dolayısıyla da yaşamla iletişimsiz ilişki yaşamaktadır.