“İnsan, bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler, mutluluk getirmez…”
FARABİ (870-950)
“İnsan, bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler, mutluluk getirmez…”
FARABİ (870-950)
Doğa yasalarına uymayan zihin yapısında “insana özgü” diye adlandırdığı bilinç, vicdan, yargılama, rüya, muhakeme gibi özelliklerinin önceki türlerden aktarıldığını inkâr ederek, düşünme yeteneği yanında, kuşlara kadar uzanan ritüel davranışların bile kendine ait olduğunu, yarattığı ego ve kibir gerçeğinin de kökünü oluşturan “Kusursuzum” yalanında yaşıyor. Binlerce yıldır yinelediği liderlik kavgasında “Akıllandım” iddiasıyla inananlarına yol gösteren insan, onları geri dönülmez yolculuğunda köleliğine alet ederken, aslında “Ben bilirim” inancına biat ediyor. Dolayısıyla da, doğa yasalarına uymayan kişisel kararlarının yarattığı iktidarları ile sistemleri sürekli çöküyor. Sınıf ayrımı yaratan semboller ve işaretlerin etkisindeki “Ben-im” köleliğinde sadece kendi sınırlı çevresi için değil, dünyadaki tüm canlılar için tehdit oluşturuyor.
ŞEMS-İ TEBRİZİ
Bu insan, kadim uygarlıkların semavi dinlerden çok daha önce bildiği “Hiç” farkındalığını, asırlar önce tekrar hatırlatan bilgelere rağmen yok saydı, “Ben-im” inancı içinde kişiselleştirilmiş kararlar aldı. Sonuç olarak, bu kararların yineleme gücü kadim bilgi “Hiç” farkındalığını görmezden gelmemize neden oldu. Böylece, zihinden özgürlüğümüz beynimizdeki nöronlar arasında kayboldu gitti.
İnsan tarafından binlerce senedir kurulmuş yıkılmış, kurulmuş yıkılmış, kurulmuş yıkılmış… durağan, sonuca bağlı sistemler içinde boğulduğumuzu fark edemediğimiz tekrarlarımızdır. “AN” ile hiçbir alakası yoktur çünkü, düşüncenin ortaya koyduğu, geçmişe ait bilgi üzerine inşaa edilmiştir.
Sistem, etimolojik olarak; “Bir çok unsurdan oluşan” olarak açıklansa da, hareketli olduğuna inandırıldığımız için aslında, bilinç altımıza mutlak kabullenilmişlik buyurur.
Oysa, “AN”da kalmak zihinsel özgürlük içinde olmaktır.
“Nedeni çevre, Aptal…”
Dr. Bruce H. Lipton
İnsan, dünya üzerinde yaşayan türler dışında, kişiselleştirdiği kelimeler üzerinden iletişim ve ilişki kurulacağını zanneden tek canlıdır. İletişim ve ilişki kurmak için ne düşünce, ne de kelimelere ihtiyaç yoktur. “Ben-im”den özgür bir insan evrensel alfabe ile zamansız ve mekansız var olan anda her canlı ile konuşabilir. İnsanın evrensel alfabe ile konuşma özgürlüğünü kısıtlayan en önemli engeli “Kusursuzum” inancıdır.
Yaşamak, bir değişim ya da bir dönüşüm yolculuğu, bir kişisel gelişim, bir koçluk eğitimi değildir. Yaşamak, yolu olmayan hakikatin çiçek açma özgürlüğüdür. Biriktirilmiş ve ezberlenmiş bilginin yineleme gerçeği, insanı sürekli geçmişinin kuyusunda “Ben böyle iyiyim” diye dibinde tutar. Derinlerindeki karanlığı ve kararlığını devam ettirdiği için de ego ile kibirine sarılarak gölge yaratır. Gölgeyi yok edecek özdeki ışıktır.
Kişilik, düşüncenin “Varım” hali ile “Ben” arzusu doğurur ki, aynı zamanda kibirli olmanın arka yüzüdür. Yaşamın, evrenin değişimine bağlı olduğunu anlamak yerine, kendine ait olduğunu düşünür, bir köle olarak yaşar. İnsan kendine ait bir düşüncesi, bir inancı olduğunu düşündüğü için sürekli yanılır. Aslında; o düşünce, inancının köleliğindeki “Ben-im”i yaratandır. İnsan zihni, “Olan” ile nasıl yaşayacağını bilmediği için olması gerekeni icat eder.