“İnsan, bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler, mutluluk getirmez…”

FARABİ (870-950)

YAŞAM, ZAMANSIZ OLDUĞU İÇİN HİÇ BİR ŞEYİN KUYRUĞUNA TAKILMAZ. O YÜZDEN, SÖYLEDİKLERİME İNANIRSAN APTAL, GÖRÜRSEN BİLGESİN.

Kendine ait fiziksel ve zihinsel bir tek gerçek gösterebilir misin?

YAŞAMIN BİR TEK HAKİKATİ VARDIR : “EVREN DAHİL HER ŞEY ÖLECEK…”
YAŞAMIN BİR TEK KURALI VARDIR : “ÇEVRE OLMADAN (nedensellik ilkesi) YAŞAM OLMAZ…
Bilinmeyen başlangıçtan günümüze çevrenin etkisiyle sürekli değişen evren doğa yasalarına bağlı çeşitlilik yaratıyor. Milyarlarca yıldır devam eden bu çeşitliliğin bir parçası olan dünya da içinde olduğu Güneş Sistemi’nde diğer gezegenlerle birlikte hareket ediyor. Fakat, dünyayı diğer gezegenlerden ayıran bir özelliği var. O da canlı çeşitliliği. Evet 5 milyar yıllık değişimin sonucu ve sonuncusu insan bunu kanıtlıyor. Ancak, günümüzde, ağaç dallarından gökdelenlere tırmanan, güvensizlik-korku işbirliğinde sınırladığı inananlarına bayraklı devletler kurup kişiselleştirdiği kültürüyle boğan insan, geleneksel dayanağından ödün vermemek adına “Ben-im” inancıyla yaşama ortadan bakıyor.

Doğa yasalarına uymayan zihin yapısında “insana özgü” diye adlandırdığı bilinç, vicdan, yargılama, rüya, muhakeme gibi özelliklerinin önceki türlerden aktarıldığını inkâr ederek, düşünme yeteneği yanında, kuşlara kadar uzanan ritüel davranışların bile kendine ait olduğunu, yarattığı ego ve kibir gerçeğinin de kökünü oluşturan “Kusursuzum” yalanında yaşıyor. Binlerce yıldır yinelediği liderlik kavgasında “Akıllandım” iddiasıyla inananlarına yol gösteren insan, onları geri dönülmez yolculuğunda köleliğine alet ederken, aslında “Ben bilirim” inancına biat ediyor. Dolayısıyla da, doğa yasalarına uymayan kişisel kararlarının yarattığı iktidarları ile sistemleri sürekli çöküyor. Sınıf ayrımı yaratan semboller ve işaretlerin etkisindeki “Ben-im” köleliğinde sadece kendi sınırlı çevresi için değil, dünyadaki tüm canlılar için tehdit oluşturuyor.

Doğa yasalarına müdahale geleceği asla yaratamaz

Yüzbinlerce yıldır DNA’sına müdahale edilmiş insan, diğer türlere göre daha gelişmiş bir beyne ve zekâya sahip olduğu iddiasıyla “Evrimleşiyorum” demeye devam ediyor ancak, “Kusursuzum” gerçeğinde her canlıya acı yaşatarak. Bir başka canlıyı “Tanrım için” diye öldürmekten çekinmiyor hatta, onu öldürmesi için inandığı tanrısı ile pazarlık bile yapıyor.
Günümüzde yapılan bilimsel çalışmaların sonuçları insana ait zihin yapısının doğa yasalarına bağlı gelişmediğini, DNA araştırmalarında dünyanın bir laboratuvar olarak kullanıldığını gösteriyor. Artık bilinen o ki, insanın doğa yasalarına bağlı olmaksızın müdahale edilmesinden kaynaklı gelişimi, gelecekteki büyük felaketlerinin habercisi olarak bekleniyor.

Bilenler hatırlattı, yine de görmezden geldik

“Çatışma ve gerilimlerin çoğu dilden kaynaklanıyor. Kelimelere çok fazla dikkat etme. Aşkın ülkesinde dilin yeri yoktur. Aşk dilsizdir”

ŞEMS-İ TEBRİZİ

Geçtiğimiz milyonlarca yıl boyunca içinde bulunduğumuz ortama uyum sağlamak adına ortaya koyduğumuz çaba, “Genler, organizmanın öğrenilmiş tecrübelerinin fiziksel hafızalarıdır” gerçeğinde biz insanları primat sonrası değişime hazırladı. “Savaş ya da Kaç” tepkisi ile hareket ederken, (bu tepkiyi hala veriyoruz) insan olma değişimi içinde algılarımız (5 duyu bilgisi), bizleri karar verme noktasında daha seçici olmaya yönlendirdi. Ancak, bu zenginlik çok uzun sürmedi. Çünkü, DNA’mıza yapılan müdahale sonrasında zihnimiz, Biz’den (evrensel bilgi) Ben’e değişince, ortaya çıkan sonuç günümüz insanını yarattı.

Bu insan, kadim uygarlıkların semavi dinlerden çok daha önce bildiği “Hiç” farkındalığını, asırlar önce tekrar hatırlatan bilgelere rağmen yok saydı, “Ben-im” inancı içinde kişiselleştirilmiş kararlar aldı. Sonuç olarak, bu kararların yineleme gücü kadim bilgi “Hiç” farkındalığını görmezden gelmemize neden oldu. Böylece, zihinden özgürlüğümüz beynimizdeki nöronlar arasında kayboldu gitti.

Neler Oldu?

Bilmekle idrak etmek arasındaki fark; idrak ettiğimizde, bildiklerimizin olmadığını görürüz

Bilmekle idrak etmek arasındaki fark bize “AN”da kalmamız gerektiğini anlatır.
İdrak ettiğimizde, bildiklerimizin olmadığını fark ederiz. Çünkü, bildiklerimiz, kelimelerden oluşmuş geçmişimiz, bize yutturulmuş köleliktir.

İnsan tarafından binlerce senedir kurulmuş yıkılmış, kurulmuş yıkılmış, kurulmuş yıkılmış… durağan, sonuca bağlı sistemler içinde boğulduğumuzu fark edemediğimiz tekrarlarımızdır. “AN” ile hiçbir alakası yoktur çünkü, düşüncenin ortaya koyduğu, geçmişe ait bilgi üzerine inşaa edilmiştir.

Sistem, etimolojik olarak; “Bir çok unsurdan oluşan” olarak açıklansa da, hareketli olduğuna inandırıldığımız için aslında, bilinç altımıza mutlak kabullenilmişlik buyurur.

Oysa, “AN”da kalmak zihinsel özgürlük içinde olmaktır.

Sessizlik Kasesi

Her insanın kendine ait bir keşkül kasesi vardır.
Kaseyi kimi cebinde, kimi yüreğinde taşır.

“Nedeni çevre, Aptal…”

Dr. Bruce H. Lipton

İLETİŞİMSİZ İLİŞKİ

Gözlemci, Gözlenenle ilişki kuramadığı zaman Gözlem, iletişim kapılarını açmaz. İlişki kurmak için iletişim, iletişim kurmak için ilişkiye teslim olmak gerekir. Sadece ikisi teslim olunca olan açığa çıkar. İletişim kurduğumuz an ilişki o kadar çıplak hale gelir ki, ne giydirirsek giydirelim, hiçbir zaman üzerinde bir şey durmaz. Günümüzde olduğu gibi, herkes istediği yöne giderse iletişimsiz ilişki kurulur ki, asıl trajedi budur.

EVRENSEL ALFABE

İNSANIN ANLAMA YETİSİ ZAMANIN OLMADIĞI, DÜŞÜNCENİN OLMADIĞI, NEDENİN OLMADIĞI AN’DA DOĞAR. BU AN, HERŞEY İLE BÜTÜN OLMA ANIDIR

İnsan, dünya üzerinde yaşayan türler dışında, kişiselleştirdiği kelimeler üzerinden iletişim ve ilişki kurulacağını zanneden tek canlıdır. İletişim ve ilişki kurmak için ne düşünce, ne de kelimelere ihtiyaç yoktur. “Ben-im”den özgür bir insan evrensel alfabe ile zamansız ve mekansız var olan anda her canlı ile konuşabilir. İnsanın evrensel alfabe ile konuşma özgürlüğünü kısıtlayan en önemli engeli “Kusursuzum” inancıdır.

BİLİŞSEL GELECEK

İNSAN HAYATI, BİR ANNE BABADAN OLMA ONLARIN GELENEKSEL BİLGİSİYLE DOLMA, BAŞKALARININ DÜŞÜNCE YOLCULUĞUNDA KENDİNİ BULDUĞUNU SANMA MI?

Yaşamak, bir değişim ya da bir dönüşüm yolculuğu, bir kişisel gelişim, bir koçluk eğitimi değildir. Yaşamak, yolu olmayan hakikatin çiçek açma özgürlüğüdür. Biriktirilmiş ve ezberlenmiş bilginin yineleme gerçeği, insanı sürekli geçmişinin kuyusunda “Ben böyle iyiyim” diye dibinde tutar. Derinlerindeki karanlığı ve kararlığını devam ettirdiği için de ego ile kibirine sarılarak gölge yaratır. Gölgeyi yok edecek özdeki ışıktır.

MOLEKÜLER EKONOMİ

ZİHİNSEL ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMUŞ BİR TOPLUMDA HER İNSANIN YAŞAM KOŞULLARI İYİLEŞMİŞ DEMEKTİR

Kişilik, düşüncenin “Varım” hali ile “Ben” arzusu doğurur ki, aynı zamanda kibirli olmanın arka yüzüdür. Yaşamın, evrenin değişimine bağlı olduğunu anlamak yerine, kendine ait olduğunu düşünür, bir köle olarak yaşar. İnsan kendine ait bir düşüncesi, bir inancı olduğunu düşündüğü için sürekli yanılır. Aslında; o düşünce, inancının köleliğindeki “Ben-im”i yaratandır. İnsan zihni, “Olan” ile nasıl yaşayacağını bilmediği için olması gerekeni icat eder.