Başkaldıran tehdit!

SİSTEME BAŞ KALDIRAN İNSAN EN YAKINLARI TARAFINDAN BİLE TEHDİT OLARAK GÖRÜLÜR. ÇÜNKÜ, EN YAKININA HAYATININ KÖLELİK İÇİNDE SÜRDÜĞÜNÜ GÖSTERMEKTEDİR.

İnsan, kendine en son ne zaman kendi ile ilgili soru sormuştur?
…sormadığını görüyorum.
Sorsaydı, birilerinin öğretileri ile gösterdiği yoldan giderek köle olmazdı. Dolayısıyla da, on binlerce yıldır öğretinin geleneklerden gelen, kültürel faydası olduğuna inandığı bir geçmişi olduğunu fark ederdi.
İnsan, önce kendini eğitmeli, kendini eğitmek için zihinsel özgürlüğe sahip olması gerektiğini anlamalı, daha sonra da kainatın kapısı açmalıdır.
Dünya’daki yaşama baktığımızda canlıların tamamı birbiri ile iletişim kurar, birbirini eğitir.
İnsan hariç!!!

Yaşamak; “hakikati, kendimizde bulmak” demektir.
Bunun için de zihinsel devrim yaratmalıyız.
Burada gerçekleşecek olan devrim, insanın kendine olan sorumluğunun devrimidir.
Dünya’da uzun zamandır -tekrar eden- bir tek gerçek görürüz; çatışan inançlar, sınıf ayrımları, milliyetçilik, sınırlar, bayraklar, savaşlar her türden aptallık ve zalimlik tarafından zihni paramparça olmuş bir halde sisteme uyum sağlamış insanlar!!!
Evet, sadece ve sadece “zaman sana uymuyorsa, sen zamana uy” kandırmasının kuyruğuna takılmaktan başka hiç bir şey yapmayan insanlar!!!
İnsan, kendi yaşadıkları ile yüzleşmek zorundadır ki, kendini eğitebilsin, çürümekten vaz geçsin.

Şems-i Tebrizi (1185-1248) der ki; “Aşk’ta kelimenin yeri yoktur.”
Jiddu Krishnamurti (1895-1986); “Hakikat, yolu olmayan ülkedir.”
Bruce H.Lipton da (1944-….); “Nedeni çevre aptal” açıklamaları ile ortak bir noktada buluşurlar: “AN”
Evet, üçünün de söylemi olan “AN” aynı zamanda evrenin nasıl olduğunu açıklar.
Kelime olmadığında ne yaparız, “AN”da kalırız.
Hakikatin yolu olmadığını fark ettiğimizde ne yaparız, “AN”da kalırız.
Çevrenin buluşmasında ne olur, “AN”da kalınır.
O halde, şunu çok iyi bilmeliyiz; kelimelerin kuyruğuna takılmak yerine “AN”da kalmanın hakikatinde yaşamak insan açısından son derece önemlidir.
Bilmekle idrak etmek arasındaki fark bize “AN”da kalmamız gerektiğini anlatır.
İdrak ettiğimizde, bildiklerimizin olmadığını fark ederiz. Çünkü, bildiklerimiz, kelimelerden oluşmuş geçmişimiz, bize yutturulmuş köleliktir.
İnsan tarafından binlerce senedir kurulmuş yıkılmış, kurulmuş yıkılmış, kurulmuş yıkılmış… durağan, sonuca bağlı sistemler içinde boğulduğumuzu fark edemediğimiz tekrarlarımızdır. “AN” ile hiçbir alakası yoktur çünkü, düşüncenin ortaya koyduğu, geçmişe ait bilgi üzerine inşaa edilmiştir.
Sistem, etimolojik olarak; “Bir çok unsurdan oluşan” olarak açıklansa da, hareketli olduğuna inandırıldığımız için aslında, bilinç altımıza mutlak kabullenilmişlik buyurur.
Oysa, “AN”da kalmak zihinsel özgürlük içinde olmaktır.

İnsan, neden hikaye anlatmasını sever ya da neden sürekli hikaye anlatır hatta, sürekli yalan söyler bilir misiniz? Çünkü, geleneklerinin ve kültürünün devamı için anlatmak zorundadır.
İnandırıcılığını kaybetmemek zorundadır.
Farkındalıklı yaşamadığı için de yalan söylemek zorundadır.
Sisteminin devamını sağlamak, sadece kendini güvenli yaşadığına inandırmak zorundadır!!!
Halbuki insanın geçmiş tarihinin sistemlerle dolu olduğu ve hepsinin de yıkıldığı bilinmektedir.
3.000 yıllık Çin Hanedanlığı…
2.000 yıllık Roma Hükümdarlığı…
624 yıl ayakta kalmış Osmanlı İmparatorluğu… insanlar tarafından kurulmuş sistemlerinin örneklerinden sadece bir kaçıdır.

Evren, dinamik olduğu için sürekli değişmekte, bunu her “AN” gerçekleştirmektedir.
Evren, zamana, mekana ve bedene bağlı hareket etmez.
Dolayısıyla…
Tüm canlılar sürekli değişir.
Değiştiği için de çeşitlenir.
Tüm canlılar yenilenir.
Yenilenirken de “AN”da yaşar.
…insan dışında!!!
Size bir örnek vermek istiyorum.
Somon, Ayı ve Sedir Ağacı… Fil, İncir Arısı ve İncir Ağacı’nın işbirliği bize yaşamanın nasıl gerçekleştiğini anlatır.
Somon’un yumurtlama zamanında tersine yüzdüğü mücadelesine Ayı’nın Somon’u havyarı için yemesi, kalan parçaları etrafa dağıtması, o parçaların etraftaki Sedir Ağaçları’nın köklerinden aldığı vitaminler, minerallerle büyümesi, boyunun uzamasını sağlaması evrensel ilişkinin en güzel örneklerinden biridir…
Afrika’da ise Fil, İncir Arısı ve İncir Ağacı ilişkisinde konu sadece bir Arı’nın ölümü değildir. Arı’nın öleceğinin farkındalığında İncir’in içine girip onu polenlemesi, yumurtaları ile yeni yaşamların yeşermesine aracı olması, bölgedeki Filler’in kilometrelerce öteden incirin kokusunu alıp gelerek, dökülen incirleri yemesi ve sonrasında etrafı bıraktıkları dışkılarının yeni ağaçlara neden olması… bize yaşamın nasıl olduğunu anlatır.
Bu örnekler gibi sayısını bilmediğimiz tüm örnekler; “her şey bir biri ile ilişki içindedir” hakikatini anlatır.
Biz, iletişim ve ilişki içinde olan bu “AN”ları öğretilerimiz yüzünden göremiyoruz.
Kendimizi tanımadığımız ve kendimize kim olduğumuzu sormadığımız için “bana dokunma ben iyiyim” zihin yapısı içinde yaşadığımızı zannediyoruz.
Doğum ve ölüm arasındaki “AN”da bir kere olsun “Ben kim değilim” diyebilsek, kainatın tüm kapılarının açıldığını fark edeceğiz.