Folklorik evren!
Etimoloji, bir dilin kültürel yapısına bağlı kökünü araştıran bilim dalıdır. Aslında, bir kültürün ses ve anlam bakımından geleneksel dönüşümünü anlatır. Dolayısıyla da dünyada binlerce dil vardır.
Dil, geleneksel süreci tetikleyen yapıda kuşaklar arası farklılık gösterse de, zaman içinde bulunduğu yerden çıkıp “Nedensellik İlkesi” hakikatinde iletişim kurar.
Dünya’daki 208 ülkede dil, her ülkenin kendi dil gelişmişliğine bağlı, folklorik zenginliğinde yöresel (şive) farklılıklar gösterip, devamlılığını geleneksel ve kültürel olarak korur.
Bu zenginliğe rağmen, günümüzde, İngilizce’nin neredeyse ana dil haline getirilmek istenmesi, insana; “Neden” sorusunu sordurmaktadır?
Peki, diyelim ki oldu.
İnsan, bu dayatma sonucunda tek dilli bir yaşam ortaya koyunca, evren içinde kendine nasıl bir yer bulacaktır, hiç düşünüyor muyuz?
Hatta, sürekli dünya dışı varlıklardan bahsediyor, merakla gelmelerini bekliyoruz da gelirlerse nasıl iletişim kuracağız ya da gelenler, bizimle ingilizce konuşacaklar mı, biliyor muyuz?
İşte, orası tam bir bilinmezlik içeriyor!..
Neyse, şimdilik biz, tekrar dünyaya dönelim.
İnsan, sürekli; “Akıllı, Bilinçli, Zeki, Sonsuz, Muhteşem, İnanılmaz” gibi kelimelerle hem evreni, hem de yaşamı anlamlandırmaya çalışır, bu zihin yapısı içinde karar verme cesareti gösterir. Eğitim süreci öğretilerine biat eder, var olup, olmadığını bile bilmediği bir “evrenler kümesi” önerip, iletişim kurmadığı evrendeki yaşam koşullarından oraya gitmiş gibi bahsetmekten büyük keyif alır!..
Oysa; “iletişim kurmadan ilişki kuramazsın” gerçeğini, anlamamızın her şeyden çok daha önemli olduğunu bilmemiz gerekir.
Bir takım şirketlerin “dünya dışı varlık” dedikleri canlılarla iletişim kurduklarını biliyoruz ama konu bu değil!.. Konu, biz insanların atmosfer dışındaki her hangi bir canlı ile iletişim kurup, kuramayacağı.
Aslında, kurabiliriz.
Fakat, şu bir gerçek ki, evren ve yaşam ile iletişim ve ilişki kurma yetimizi yitirdik. Birileri, subliminal mesajlarla bu özelliğimizi kaybetmemize neden oldu!..
Evet. Bir zamanlar, evreni, yaşamı böyle algılamıyor, böyle gözlemlemiyorduk. Daha da ötesi, birileri ile iletişim bile kuruyorduk!..
Peki, bugün evreni, yaşamı biliyor, iletişim-ilişki kuruyor muyuz?
Hayır.
Karar verme cesaretini bir şekilde öğrendiğimiz eğitim bilgisine yapıştırıyor; “Evet. İşte budur nedeni” diyen bir açıklama yapabiliyoruz!..
Ne dersiniz?
Normalde, evrenin kendisi olduğumuza göre, hepimiz uzaylı değil miyiz?
O halde, kelimelerin esiri olmayı, hem de birileri için daha ne kadar sürdürmemiz gerekiyor!..
Gözlem, Gözlemci, Gözlenen hakikatinde, çevrenin etkisi ile olduğumuzu anlamamız daha ne kadar sürecek?
Yaşamak, evren olmak değil mi!..
O halde, yaşayalım.
Bununla ilgili bir örnek vermek istiyorum.
Şems-i Tebrizi (1248-1185) demiş ki; “Çatışma ve gerilimlerin çoğu dilden kaynaklanıyor. Kelimelere çok fazla dikkat etme. Aşkın ülkesinde dilin yeri yoktur. Aşk dilsizdir.”
Eğitim sürecinden doğan, eskiye ait bilimi (!), ortaya attığımız teorileri, hipotezleri özellikle, hiç anlayamadığım, her şeyi bir fizik kuralına bağlamak zorunda mıyız?
Sanki, içinde bulunduğumuz bu durum pek de gerçek gözükmüyor. Özellikle, fizikçilerin insan yaşamını yanlış yönlendirdiğini bile söyleyebilirim! Çünkü, nedense anlamak istemedikleri “Dinamik Evren” hakikatini göz ardı ettiklerini görüyorum.
Fizikçiler, sabit bir çözüm ortaya koyarken, evren akıp gidiyor. Elde kalan ise bir anlam taşımıyor. Çünkü, an be an, hatta biz bunu okurken, yerine yenisi geldi bile!..
Araştırmacılar, insanların akrabaları arasında daha önce aktarılan gen akışı vakalarını doğruluyor, melezleme örneklerine işaret ediyor. Bu araştırmalarının sonunda da, artık DNA üzerinden bir aktarım olduğunu açıklıyorlar!..
“Tanımlanamayan bir atadan gelen DNA, bugün yaşayan insanlara aktarıldı” açıklaması, bilinen tüm çalışmaları, tüm inançları, tüm kararları çöpe atmış görülüyor. Dolayısıyla, binlerce yıldır uydurduğumuz hikayeler sonucu inandıklarımız yakın bir gelecekte tamamen ortadan kalkacak.
Yaşamın kendi düzeninin hakikati, biz insanların uydurmalarını, bir gün bize çıplak olarak göstermesiyle akıl tutulması yaşar mıyız bilemem ama evrensel alfabe ile okumam sonucunda farkettim ki, insana ait geleneksel ve kültürel alt yapılı tüm sistemler çok yakında yıkılacak?
Evet, artık çok net biliyorum.
Bu bir iddia değil.
Bu bugün, tamamen insanın ne kadar inançlarına bağlı bir sistemde yaşadığının bir sonucu olduğunu anlaması gerektiğini anlatıyor çünkü!..
Kişiselleştirdiğimiz zihin yapısı sonucu ortaya çıkan, bu kadar tekrardan tek taraflı haz almaktan hiç mi bıkmayacağız?
Sonsuzluk arayışlarımız, daha iyi, daha zeki, daha güzel gibi kavramlarla hayatımızı şekillendirmek istemeyi, hatta tanrı olmak kibirini daha ne kadar sürdüreceğiz?
Maalesef, “Ben böyle iyiyim, bana dokunma” kararı vererek, yaşamı anlamak istemiyoruz.
İnsan, düşüncelerinin kölesi, acılarının sahibi ve yaşamdaki en inanılmaz şiddeti kendine uygulayan olduğunun farkında değil. Düşüncelerinin düalite, düalitenin de şiddetini tetiklediğini göremiyor.
Yaşamın sürekli değiştiğini, aynı zamanda hem kendinin öğrendiğini, hem karşısındakine öğrettiğini biz insanların da bunların hepsi olduğumuzun farkına varamıyor.
Yaşam ne zaman başladı, nasıl başladı, buraya kadar nasıl geldi, bilmiyoruz? Sadece, teorilerle anlatmaya, anlamaya çalışıyoruz ama teori kavramının da tanrıyı aramak olduğunu unutmayalım!..
O halde, şu ana kadar ki, tüm yaşamımız yanlış!
Bunu, ben söylemiyorum.
Doğa söylüyor.
Karar verme cesareti sonrası ortaya çıkan sonuçlarımız hiç de hakikate uygun değil. Şunu söyleyebilirsiniz; “EEE… hani biz, yaşamın kendisiydik.”
Tabii ki, kendisiyiz. Ancak, burada doğa devreye giriyor ve doğa, karar verme cesaretimiz sonrası tüm kararlarımızın yanlış! yolda ilerlediğimiz sonucunu, net bir şekilde önümüze koyuyor.
Madem ki; inancımız gereği tanrıdan korkuyor, madem ki; tanrı sonsuz, öyleyse neden başımız sıkıştığında tanrı affeder yalanımızın arkasına saklanıyoruz. Yoksa, az önce karar verme cesareti gösteren biz değil miydik?
Haydi şimdi, yanlış! yoldan çıkalım, doğa yasalarına uygun, saygılı ve zihinden özgür yaşayalım, ne dersiniz?
Ya da, tanrının tüm günahlarımızı affetmesini mi bekleyelim!..