Hayali kuyruk!
16 Eylül 1885-4 Aralık 1952 yılları arasında yaşamış Alman kökenli Amerikalı Psikanalist Karen Horney, insanın yaşam gerçeğini; “Temel travması, çocukluk çağında ebeveyn-çocuk ilişkisinden kaynaklanan korkuları” olarak açıklar.
Horney; “Bir çocuğun çevresindeki insanların, çocuğu sevemeyecek, onun da kendi başına bir birey olamayacağını kabul edemeyecek kadar kendi nevrozlarına kapıldıkları gerçeğiyle karşılaşırız. Bu insanların çocuğa yönelik tutum ve davranışları kendi nevrotik ihtiyaçları ve tepkileri tarafından belirlenmiştir. Sonuç olarak, çocuk ait olma duygusunu geliştiremez. Bunun yerine temel kaygı dediği derin bir güvensizlik duygusu ve belirsizlik geliştirir. Çocuklar, bu kaygı ve güvensizlikle başa çıkabilmek için çeşitli davranış stratejileri geliştirirler, bu stratejiler kişiliklerinin değişmez parçası olur. Kendini kabul ettirmek için sürekli ‘Yalan’ söyleyip, kendini sevdirmeye çalışır” diye de ekler.
Horney, insanın zihin yapısını üç başlık altında toplamıştır: Aktif, Pasif ve Nötr.
Aktif’i “Saldırgan”, Pasif’i “İtaatkar” ve Nötr’ü de “İnsanlardan kaçan” olarak değerlendirir.
İnsan, isten aktif, ister pasif, isterse de nötr olarak yaşasın iki davranış duygu-durum modeline göre karar verir.
Biri; içinde, olmazsa olmaz “Gizli dünyası”,
Diğeri; dış görünüşüne yansıttığı “Taklit dünyası”.
İnsan, bir şeye “Hayır” diyorsa, bilmelidir ki; “Hayır” dediği şey onun için kabul ettiği gerçeğidir. “Evet” diyorsa da, kabul etmediği (!)
Peki, insan bu iki yüzlü zihinsel yapısını nasıl yaratmıştır?
Karen Horney’in açıkladığı gibi; alt yapısının korku kaynaklı olmasından, çocukluğundaki travmatik ebeveynleri sayesinde düşünce temelli karar verme özelliğini geliştirmesinden…
…ilave olarak,
…kişiselleştirdiği, başkasını yok saydığı kibiri ve kendini tanrı katına çıkardığı inançlarından (!)
Hangi iletişim modeli ile hangi canlı için olursa olsun düşünerek karar verdiğimiz anda mutlaka tepki gösteririz. Çünkü, bu tepkimizin arkasında, belirsizlik (şimdi ya da bundan sonra ne olacak?), güvensizlik, dolayısıyla da korku bulunur.
Tepki, aynı zamanda intikam duygusunun temelini oluşturur. İlişkilerimize baktığımız zaman, kim ve ne olursa olsun tepki gösterdiğimizi görebiliriz.
Horney’in üç başlıklı zihin yapısı içinde her başlığın bir tepkisi olduğunu anlarsak, doğada tepki gösteren ve intikam alan tek türün insan olduğunu da görürüz.
Tepki (intikam), aslında bir yas dönemidir.
Yas dönemi; iki canlı arasında gerçekleşen bir olay sonucu birinin diğerine davranış olarak yansıttıklarına bağlı yaşananları, hayatı boyunca tekrar, tekrar hatırlaması demektir.
Ritüeller bunun en net örneklerini oluşturur.
Mesela; cenaze törenleri ve sonrası, mesela; öldürülen ya da cezalandırılan bir başka canlı ile ilgili “Acaba Yanılgısı” sonucu sonrası duygusal tekrarlar (!)
İnsan, düşüncelerinin kölesi, acılarının sahibi ve aynı zamanda da yaşamdaki en inanılmaz şiddeti kendine uygulayandır. O yüzden de, hem alışkanlıklarını bilemez, hem de yaşadıklarının sonucunu (!)
Bu hakikat, tüm insanları kapsar.
Başkasının geçmişi benim geleceğim, benim şimdim başkasının geçmişidir.
Ya da, tam tersi…
Bu “Nedensellik İlkesi”nin nedenidir (!)
Diğer bir deyişle evrende değişim anda olur. Ne bir saniye önce, ne de bir saniye sonra. Bunu anlamış insan için, zaman kavramı oralarda bir yerde duruyor olsa bile hiçbir şeyin zamana ait olmadığını bilerek hareket eder.
Yaşamda zaman yoktur.
Bunun tek bir nedeni vardır, o da; bulunduğumuz yer ve ana bağlı sürekli değişiyor olmamız.
Hücrelerimizi değişir…
Bedenimiz değişir…
Çevremiz değişir…
Üzerinde olduğumuz dünya değişir…
Dünya’nın döndüğü alan değişir.
Gezegenler arasındaki mesafeler değişir…
Evren değişir…
Anlayacağımız, her an dinamik evrende yaşamanın nedenlerini oluşturan an dışında her şey değişir.
Bununla ilgili olarak daha bir çok örnek vermek mümkündür.
“Nedensellik İlkesi”nin tamamını kapsayan bu hakikat, yukarıda Karen Horney’in üçlü zihin yapısı olarak ortaya koyduğu psikanaliz çalışmasında, tekrarlarımızı sağlayan “Zaman Kavramı İnancı”nı anlatmaktadır.
“Korku”nun zihinsel kökümüzün mihenk taşı olduğunu fark edemediğimiz sürece hayali zaman kavramımızın kuyruğuna takılmaya devam edeceğiz.
O arada, galaksiler değişecek, samanyolumuzun içinde dünya değişecek, üzerinde yaşadığımız dünyamıza bağlı biz değişeceğiz ama tüm bu değişimin içinde zihinsel olarak geri kalacağız (!)
Çünkü, evrende hiçbir canlının başlangıcı yoktur.
Değişimin an da olması türlerin gelişimini sağlar o kadar.
Evrime göre; ne ilk insan vardı, ne de son insan olacaktır. Sadece değişime bağlı gelişim olacaktır.
Evrim, -evrendeki hiç bir değişime ait değildir ve değişenle asla ilgilenmez hakikatinde- olmasına (gelişmesine) izin verir. Alışkanlıklarımızın sonuçlarına da bakmaz. Çünkü, ortaya çıkan sonuç “Nedensellik İlkesi” kurallarına ait olduğu için evrim kendini sorumlu tutmaz.
Evrim gelişime izin verir ama değişim değildir.
Anda olan yaşamın sorumluluğu olmaz.
Anda yaratanın sorumluluğu olur ve bu hakikat, atomlardan başlamak üzere tüm canlılar için geçerlidir.
Bu hakikati bir sınıflandırma içinde, kişiselleştirerek kabul etmemiz, bizim zihinsel çarpıklığımızdan ileri gelmektedir.
Bir örnekle insan şu hakikatini anlamalıdır; “Acı, düşünce kadar sürer. Çünkü, -zamana ait- zihinsel tekrarlarımız bize acı olduğunu hatırlatır ve acı çektiğimize inandığımız için de bilinçsiz bir şekilde düşünceye ait tepki gösteririz.”
Hücrelerimizin çevremiz ile (evren) iletişim ve ilişki kurarken, “Ben yapıyorum” yanılgısının içimize işlemesi, sorumsuz olduğumuzu, zamana bağlı yaşadığımızı ve tekrarlar zinciri oluşturduğumuzu gösterir.
İnsan, sürekli bir arayış içinde “Teori*” üretir. *Teori, etimolojik olarak “Teo” kökünden gelir: “Tanrı, Yaratan” demektir. İnsan, bu konudaki tüm çalışmalarını “Bilimsel” kabul eder ama “Yalan” aslında söyler.
Oysa, “Bilim*”; her canlının evrim kuralları içinde kendini değiştirmesine aracı olan çevre ilişkisi içerir. Tanrıyı arayanların “Bilimsel” adı verdiği bu durum aslında, evrende her an olmakta ve “Nedensellik İlkesi”nin nedenidir. (*Bilim, etimolojik olarak; Merkezi Anlamak yani; nedeni, İmgeyi Görmek yani; şeklini, Bilerek değişmek yani; evrim demektir).
Yaşadığımız her an beş duyu organımızla olanı okurken, bilimsel çalışma yaparız. Böyle öğrenir, böyle gelişir, böyle değişiriz.
Sadece insan için geçerli olan “Ben buldum” ödülü aslında, kendini tanrılaştırma inancının bir sonucudur.
Duyu organlarımız okumamızın ilk temasını oluşturur.
Göz görerek…
Kulak duyarak…
Cilt dokunarak…
Dil tadarak…
Burun da koklayarak okumamızı sağlar.
Sessiz ama sürekli okuruz (!)
İnsanı diğer canlılardan bir adım öne çıkaran evrimin sonucu budur.
İnsan öncesi türlerde geriye doğru gittiğimizde, sadece bir duyu organı ile yaşayan tür olduğunu görürüz ki, bu durum bize evrimi açıklar.
Dünya’nın evrim sürecinde en gelişmiş tür insan görünmesine rağmen geleneklerine bağlı, kültürel yaşayan olması ile henüz evrimselleşmemiştir. Zihinsel olarak hayali kuyruklarından kurtulmadan da gizli ve sahte dünyasında çığlık çığlığa çırpınırken, evrimleşemeyecektir.