İlişki sanaldır!
Doğada sabit ve değişmez hiçbir şey yoktur. Geriye doğru gidildikçe kentler, meslekler tüm canlıların değişikliğe uğradığını, türler arasındaki değişimde silinip ortadan kaybolduklarını görüyoruz. Ayrıca, güneş sistemimiz ile birlikte doğal olarak dünyamız da değişiyor.
Hatta, bir gün tüm bu bahsettiklerimiz birer birer ortadan kalkacak, en sonunda da ölecek.
Evrende, element ile enerji arasında sürekli bir değişim ve dönüşüm söz konusudur. O yüzden de, başlangıcını bilmediğimiz bu sürecin tamamı için anlaşılır olması açısından zaman kavramı dahil, bir çok kavram ortaya atılmış, değişkenliğin yapısı anlaşılmaya çalışılmıştır.
Yaşamın farkında olanlar, bu yaşam modelinin tüm oluşumunu “Nedensellik İlkesi” olarak kabul etmiş ve anlamak için de evrensel alfabeyi okumuşlardır.
Bunu yaparken, ayrıca, beynimizin programlanabilir olduğunu, ana rahminden başlayarak şartlandığını ve doğum sonrası çevrenin etkisi ile kendine ait bir hayat oluşturduğunu fark etmişlerdir.
Buradaki en önemli nokta, çevreden etkilenen ve genetik bilginin tekrarını sağlayan hücrelerimizin davranışlarımızı belirlediği olmuştur.
Bu hakikat, özgür iradenin olmadığı (6 saniye kuralı), kararlarımızı hücrelerin verdiği ve bizim de bu bedende bu süreci yönettiğimizi sandığımız yanılsamasına mahkum olduğumuzu anlatır!..
İnsan, bilgi düzeyini sürekli artırırken, son 100 yılda beklenmedik bir noktaya taşınması ile hayatını gittikçe karmaşık hale getirmiştir. Sürekli hayal kurmak, çözüm bulmak için karar vermek ve zaman içinde -maalesef- “Ben” diyerek, kişiselleştirdiği davranışını bilinmeyen bir geleceğe taşımak istemesi, aslında, sanal değişiminin sonucudur.
Doğanın içinden gelmesine rağmen, doğaya olan saygısızlığı kök bilgisinden değil, milyonlarca yıldır DNA’sına müdahale eden dünya dışı varlıklar tarafından sağlanmış değişimidir!
Bununla ilgili daha önceki paylaşımımdan örnekle; Kazakistan Al Farabi Üniversitesi matematikçilerinden Prof. Vladimir Shcherbak ile Kazakistan Fesenkov Astrofizik Enstitüsü Astrobiyoloğu Dr. Maxim Makukov’un araştırma sonuçları: DNA’mızda gizli bir kod olduğunu, doğal gelişimimize hiç uymayan matematiksel bir kalıp içinde bilinmeyen sembolik bir dil içerdiğini açıklayıp, yapay bir mutasyon olarak göstermektedir.
Günümüzde, moleküler biyoloji ve genetik araştırmaları, biz insan türünün yaklaşık 60-65 milyon yıl önce primat takımının değişiminden ortaya çıktığını, Homo cinsi ilk insanın yaklaşık 2.5 milyon yıl önce Afrika’da evrildiğini göstermektedir.
Özet olarak, “Ben kimim?” sorusu bir açıdan az da olsa net bir hale geliyor gibidir.
Peki, insan yaşamını bu kadar karışık bir hale ne getirmektedir?
Hatta, neden bu kadar çaba sarf edilmektedir?
İnsanın evrensel alfabe ile yaşamı okumak istememesi olabilir mi?
Ya da, tanrıcılık oynamak istemesi!..
Yukarıda, “Sanal” kelimesini kullandım. Çünkü, insan aklını kullanmaya başladıktan sonra, tüm hayatının içinde olan her “şey” ya anlamlandırmış, ya da sembollerle ifade edilmiştir.
Bu da, hayal dünyasında yaşadığını, dolayısı ile sanal bir düşünce modeli oluşturarak, sonuçlarını bilemeyeceği bir alışkanlıklar zinciri yarattığını göstermektedir.
Yarattığı bu gerçekliği iletişimsiz ilişki kurduğunun en net örneğidir.
İnsanın her ilişkisi bir yanılsamadır.
İnsanın her ilişkisi bir ötekileştirmenin sonucudur.
İnsanın her ilişkisi bir güvensizlik ve korku temelli yapıya dayanır.
İnsan, iletişimin bedenin neden olduğundan yola çıkarak, ilişki kuracağı bir hakikat olduğunu fark edemediği için bu davranış modeli günümüzün tüm sorunlarının kaynağını oluşturmaktadır.
İnsan, hakikat ile gerçeğin ne olduğu anlamadan, kişiselleştirdiği zihin yapısını görmeden ne iletişim, ne de ilişki kurabilir.
Son yıllarda, teknolojinin kurbanı olduğunu anlayamaması yanında, sanal geleceğini yarattığını kendisine kabul ettirmiştir!
Teknolojik tüm araçları, zihinsel gelişimini engelleyen felaketinin temelini oluşturmaktadır. Geleceğin dünyasında, kendisinin değil, teknolojik araçların yer alacağını göremediği gibi, bu teknolojik araçları yaratırken kör olduğunun farkında değildir.
Çok değil, ilk paranın yaratılışından beri, sadece maddesel bir dünyada yaşamayı tercih etmiş, kendini tanrının yerine koyma kararı vererek, farklı olduğunu düşünmüştür.
Doğaya, tüm yaşama verdiği zararı, hiç bir şekilde kabul etmediği gerçeğinin arkasına saklamayı da ihmal etmemektedir.
İnsan, ne yazık ki, dünyadaki en zavallı canlıdır. Çünkü, yaşadığını zannederken, ölü olduğunun farkında değildir.
Öleceğini bile bile sonuçlarına aldırış etmeden her türlü kararı veren zihin yapısının çevreyi nasıl etkilediğini anlamak yerine “Sadece benim” kibiri ile geleceğini yok etmektedir.