Kişiselleştirilmiş gelmeyecek!

DÜŞÜNCELERİMİZİN KUYRUĞUNA TAKILARAK YARATTIĞIMIZ SONUÇLARIMIZDA BİLE HAKİKATİ ANLATAN DOĞAYA, ASLINDA KENDİMİZE, SÜREKLİ KAYIPLARDAN KURTARMAK VE KORUMAKTAN BAHSEDEN BİZLER MASTÜRBASYONLARIMIZ YÜZÜNDEN SAYGI GÖSTERMİYORUZ!

Belirlenmiş, planlanmış, hedefi olan bir gelecek varsa orada yaşam değil, tekrar vardır.
Korkular vardır.
Güvence vardır.
Geleneksel ve kültürel hayatlar, kişiselleştirilmiş gelmeyecek vardır.
Yani, ölü hayatlar vardır.
Böyle bir yaşam olduğuna inanlar için travmatik son kaçınılmazdır. Çünkü, düşüncenin, hayalin ve zihinsel çabanın geleceği iletişimsiz ilişki ile yaratılmaktadır!..

His, etimolojik olarak şimdiki zamanı anlatan dokunmak eylemi içerir. Ancak, buradaki dokunmak eylemi fiziksel bir temas değil, zamansız, mekansız anda kalmanın karşılığıdır. İçinde ne bir düşünce, ne bir hayal, ne de zihinsel bir etki vardır.
Genelde, “His” insandan önceki türlerin özelliği olarak tarif edilse, hatta bir duygu olarak açıklansa da aslında insanın da içinde bulunduğu evrim sürecinin kendi, yetisidir.
Evet, “His” anda kalmaktır.
Yaşamla iletişim ve ilişki kurmaktır.
Tam bir eylemsizlik halidir ve bu hal hem tasavvuftaki hiçliği, hem de bilimsel olarak kuantum dünyasını anlatandır.
İnsan, tür olarak “Evrensel Alfabe” ile okuma özelliğine sahip bir türdür ama bu özelliğini ne yazık ki, primat döneminden kalma korku ve güvence zihin yapısı yüzünden ötelemiştir.
Bu yetmezmiş gibi kendini, düşünmeye başladıktan sonra kişiselleştirdiği inançları yüzünden iletişimsiz ilişki kurma haline yükseltmiş ve de bu yükseliş, ötelediği yetisinin yerine koyduğu zihin yapısı içinde artık tanrısallaşmıştır!
Milenyum çağı ile insanın gelecek korkusunu gündeme taşıyan kişiselleştirilmiş kararları, ötelemeler zinciri sonucu oluşturduğu gerçeğinde sonuçlarını hissetmediği teknolojik uygulamaları yaratmıştır. “Biz” hakikatine rağmen, insanın bu tanrıcılık oyunu artar bir şekilde körelmesine neden olmuş, mutant olmaya koşturmaktadır!
Oysa, dünyada sadece bir insan vardır.
…ve o bir insan, tek başınadır.
…ve adet olarak sayısını ne kadar olursa olsun, hepsi bir ve aynı insandır.

Araştırmacılar, birkaç bin yıl içinde insan beyninin 1.450 gramdan 1.435 grama küçülmesini tespit etmesiyle; “Nerede yanlış yapıyoruz?” sorusunu sormaya başlamıştır ki, bu sonuç aslında nereye koştuğumuzu göstermektedir.
Yani; beynimizin fiziksel kaybı, onun yerine koyduğumuz sanal dünyayı anlatmaktadır.
Zaten ölü yaşayan insan, artık yok olmaktadır!
Evrenin “Nedensellik ilkesi”ne bağlı anda, sürekli değişen hakikati statik hale getirmeye çalışan insan için bu körlük, toksik hayat demektir. Örnek olarak, Dünya Sağlık Örgütü’nün web sitesindeki antidepresan satış tablosu ile hükümetlerin bu konudaki kararları aslında, hakikati anlatmaktadır!
Birilerinin kişisel beklentileri adına sürekli subliminal mesajlar içeren saçmalığının bir yansıması olan sürdürebilirlik ve döngüsel ekonomi kavramları insanın hiçe sayıldığını göstermektedir. Dolayısıyla, insan uydurması olan “Kişiselleştirilmiş gelmeyecek” bu yüzden anlaşılması gereken gerçektir.
Evet, zihinsel yönlendirmelerle paramparça olmuş bir beyinde yarının bilinmeyenlerini yaratanların düşüncesi aslında; “ben tanrıyım” inancıdır!
Yaşama, düşünce üzerinde bakan, düşüncenin geçmiş ve zihinsel bir tepki olduğuna kör insanın bugün bu hale gelmesi çok normaldir.
İnsan, sürekli inandırılmak istenen sürdürülebilirlik ve döngüsel ekonomi kavramlarını birilerinin kişiselleştirilmiş sistemi için güvence sağlayan tekrarlar yarattığını görmek zorundadır.
…ki, bir şey sürdürülebiliyor ve döngüsel bir yapısı varsa orada, tekrar vardır ve o tekrar, kişiselleştirilmiş gelmeyeceği yaratandır!
“Şey” döngüsel ekonomi üzerinden kabul görüyorsa bilinmelidir ki, doğanın içinde olanın, yani; biz insanlar dahil tüm canlıların en büyük sorunlarını oluşturandır!

İster pozitif, ister negatif bakış açısı olsun ikisi de insanın uydurduğu bir kavramdan öteye geçemez. Çünkü, düalite bakış açısı (düşünce geçmiştir ve böler) insan yaşamının olmazsa olmaz gerçeğidir ve yalandır! Kavramları ortaya atanların hayatlarına baktığımızda bu modelin tüm yanlılığını görürüz.
Önce “Oku” hakikatini anlamamız ve de yaşamı “Evrensel Alfabe” ile okumamız gerekmektedir.
Okumanın ne olduğunu anlayamamış insanların mahkemelerde ünvanı üst makamları ifade etse de mahkumiyeti örnek hale gelir ki, pozitif ve negatif saçmalığını devam ettirmenin hakikati böylece ortaya çıkar.
Doğanın kendi düzeni olan “Nedensellik ilkesi” içindeki yaşamın farkına varmak, kişiselleştirilmiş gelmeyeceğin düşünce olduğunu anlamaktır.
Bu da bize, zihinden özgür olmayı getirir.
Her şeyin zamansız ve anda olduğunu öğretir.

İnsan, düşüncenin çözüm ürettiğini iddia eder ancak, düşüncenin geçmiş ve dışarısı olduğunu fark edemez. Dolayısıyla, travmatik zihinsel döngüsünün primat döneminde başladığını ve halen aynı yapıyı sürdürülebilir hayatında tekrar ettiğini anlayamaz.
“Evrensel alfabe” ile okumak, kendi (dünyada sadece bir insan var) evrenimizle iletişim ve ilişki kurmamızı sağlar ve bu hakikat, kapının sadece içerden çalındığında duyulduğunu gösterir.

Yaşama bakmak yetidir ama biz kör olmayı tercih ediyoruz. Kör olmayı tercih ettiğimiz için de sistemlerin kölesi haline geliyoruz. Milyarlarca insanı öteleyen bir zihin yapısı içinde hareket ederken, mastürbasyonlarımız yüzünden haz döngümüzden çıkamıyoruz.
Tahminlerle boğduğumuz zihnimizde “hayali hedefler” belirliyor, günümüzün tüketim çılgınlığında kritik kararlarla ortaya koyduğumuz aldatmacalarla kişiselleştirilmiş sebeplere inanıyoruz. Dolayısıyla da, “Ben”den kurtulmamız gerekmiyor!..
Küresel ekonomi, döngüsel ekonomi, sürdürülebilir ekonomi kavramlarının saçmalığına şapka çıkarmaya devam ettiğimiz sürece sistemlerin kölesi olmaktan kurtulamayacağız.
Doğanın hakikati, tüm bu yaşamı kaybetmeyi göze almış zihnimize düşüncelerimizin kuyruğuna takılarak yaşadığımızı anlattığı halde kayıplardan ve korunmaktan bahseden bizler için mastürbasyon hazzı her şeyden önce geliyor ne yazık ki!
Yaşamın bir hedefe bağlı olduğu, bunun için de savaşmamız gerektiği yalanına inandırılmış primat kökenli zihnimizdeki biatı nasıl ve ne zaman bırakırız bilemem ama geleneksel ve kültürel çıkarlarımız bir inancın kuyruğuna takıldığı sürece alışkanlıklarımızın değişmesi mümkün görülmüyor.
“Alışkanlık kendini bilmez, dolayısıyla da sonucunu” cümlesindeki sonuç, şu ana kadar sürekli şikayet ettiğimiz ve kurtulmaya çabaladığımız bir döngü yaratmaya devam ediyor!
Evet…
Kişiselleştirilmiş gelmeyecek, zihinsel olarak kabullenilmiş bir tekrarlar zinciri olmasına rağmen biz bu tekrar halkalarını bir birine ekleyip, uzatmayı seviyoruz!..