Korkak sistem
Günümüzde, yapılan araştırmalar sonrası artık şunu biliyoruz: insanın ilk aletini üretme nedeni, önce can güvenliği, daha sonra da o alet aracılığı ile refaha kavuşacağı yaşam alanı yarattığını fark etmiş olması. Etrafındaki diğer canlıları anlaması ile “bu canlılardan nasıl istifade edebilirim?” diye düşünmesini sağlamış, aynı zamanda da bugün ki insanın geleceğine temel oluşturmuş.
İnsan, zaman içinde yaşama güvenmediği* için sistemleri, meslekleri dolayısıyla refahını yaratmış.
*İnsanın yaşama karşı güvensiz olmasının nedeni; primat zihin yapısına sahip olmasından, ilk önceliğini oluşturan (kaç ya da savaş)korkusundan kaynaklanmakta.
Peki, günümüzde bir aletten yola çıkan bu sistemler, meslekler ve dolayısıyla da bu sistemlerin alt yapısını oluşturan korku temelli zihin yapımızda binlerce senede neler değişmişti, fark edebildik mi?
Hiç zannetmiyorum!..
Çünkü, bugün, refahımızı sağladığına inandığımız “Sistem”ler, dolayısıyla mesleklerin tamamı için önemli olduğuna inandığımız bu kelimenin etimolojik kökü bile; “Bir çok unsurdan oluşan, bir arada duruş” demek olan “Statik” yani; geçmişi göstermekte.
Konuyu “Statik” üzerinden biraz daha açarsak; “Duran, Durma Yeri, Durak” demek olan; “İstasyon” kelimesi ile bu etimolojik köke daha da durağan bir katkı sağladığını görebiliriz!..
Bunun tam açıklaması; “İnsan, geçmişte yaşamaktadır!”
Evet. Buraya kadar hiçbir sorun yok gibi duruyor.
Oysa, hakikat hiç de öyle değil; “Tüm yaşadıklarımıza bağlı olarak bizim hala yaşama dokunamamış olduğumuz.”
Öncelikle, anlamamız gereken o günkü şartlar için o bir alet çok önemlidir.
İnsan, o bir alet ile çevreye bağlı olarak hayatı için güvence ve konfor yaratmıştır.
Hatta, evrenin “Nedensellik İlkesi” içinde o aletten yola çıkan bir değişimi günümüze kadar aktarmıştır. Ancak, günümüzde bir çok alete sahip olmamızı sağlayan bu zihin yapımıza bağlı tüm bunlar olurken, çok önemli bir konuyu gözden kaçırmış olduğumuz görülmektedir.
O da; “Korku”
İnsan, dünya üzerinde yaşayan diğer canlılarda da olduğu gibi korkak bir türdür.
Evet, o dönemde korktuğu için can güvenliğinin önceliği olması yüzünden alet üretmiş, bugüne kadar gelmiş, alet çeşitlendirmesine bağlı olarak yaşamış ama aynı zamanda da süreci tetikleyen primat zihin yapısı kaynaklı korkusunu saklamaya devam etmiştir!..
Dolayısıyla da, korku kaynaklı zihin yapısı içinde “önce güvenliğim” diyerek, -binlerce yıldır- ne savaşları, öldürmesi bitmiş, ne de “önce benim refahım” inancı içinde fakir-zengin ayırımı yapmayı bırakmıştır.
Günümüze kadar gelmiş olması yanında, görünen bir tek hakikat vardır; o da, ilk aleti yaptığı dönemin devamında “akıllandım, geliştim, değiştim, teknoloji üretiyorum” dese de bu zihin yapısı içinde yaşıyor olmasıdır.
Dış görünüş fiziksel olarak olarak değişim gösterse de kimyasal ve zihinsel yapısı henüz evrenin “Nedensellik İlkesi”ni anlayacak seviyede gelişememiştir.
İnsan, sürekli bir arayış içindedir. Ancak, tüm arayışı bir yardım çığlığı şeklindeki beklentisinin sonucudur.
Kendini geliştirmiş bir insan için özellikle, mesleki bir arayış, bir iş arayışı mümkün değildir. Çünkü, “Nedensellik İlkesi”ne bağlı olarak alacağı kararları; çıkar gözetmeksizin, bir beklenti oluşturmaksızın ve en önemlisi de kişiselleştirmediği hayatının bir parçası olarak sorumluluk içinde gerçekleşmesini sağlayacaktır.
Böyle bir insanın kendini geliştirdiğini, bir başkasının kararlarına, sistemine uyum sağlamadığını gösterir.
İkinci el yaşamadığını gösterir.
Bir lidere bağımlı olmadığını, biat etmediğini gösterir.
Kendinin lideri olduğunu gösterir.
Tüm sistemlerin kurban psikolojisi yarattığını bildiği için de zihinsel devrimini gerçekleştirmek için evrenin bir parçası olduğunu bilerek yaşar.
Sadece, yaşar…
Evren, dinamik bir yapıda hareket eder. Bu harekete bağlı olarak da sürekli değişir.
Biz insanlar, düşünerek hareket edileceğine inanan bir tür olarak geçmişi tekrar ettiğimizi göremez, zaman, sonuç ve beden kavramlarına bağlı olarak kişiselleştirdiğimiz küçük dünyamızda isteklerimizin kölesi olarak yaşarız.
Yaşadığımız bu durum, aslında zihinsel cezaevimizde pasif gözlemci olduğumuzu gösterir. Ne yaparsak yapalım, eylemsizlik halinde yaşadığımız net olarak ortadadır.
Yani; “Statik” yaşarız!..
Yani; “Geçmişte” yaşarız!..
Binlerce yıldır, korku kaynaklı bu döngü içinde biriktirdiğimiz, gizlediğimiz yalanlarımızı öğretiler haline getirip, sorumsuzca paylaşırız!..
Kendimize; “Korkunun sistemle ilişkisi nedir? Sistemler, korku kaynaklı mıdır?” sorusunu soramazsak, birilerinin kurduğu sistemleri için birbirimizi ezer, üzerimize basarak yükselir hatta, kıskançlığımız (ki, kıskançlık kibir kaynaklıdır) sonucu yerine geçmek için öldürme cesareti bile gösterecek bir zihin yapısı içinde hareket ederiz.
Oysa, o işe girmeyi haklı göstermeye çalışmamız, sistemin bir parçası olduğumuzu, köleleşmeyi kabul ettiğimiz anlamını taşır.
Sistemler, tüm insanlar için kurucuları tarafından “Biat Kültürü” temelli yaratılmıştır. Çünkü, yaratanlar “Biat Kültürü”nün aynı zamanda korku kaynaklı zihin yapısı içerdiğini bilirler (!)
…ve şunu çok iyi anlamalıyız, sistemlerin zihin anahtarı “Subliminal Mesajlar” aynı zamanda biat kültürünün de mihenk taşıdır!..
“Kendini bilen, evreni bilir” diyenlerin bu hakikatine dokunmak yerine sistemlerin, inançların peşinden koşmak hem “Nedensellik İlkesi”ni inkar etmek, hem de “Evrensel Alfabe”yi okuyamamak anlamına gelir.
Bakmak, görmek…
Görmek, okumak…
Okumak, dindar olmaktır.
Dindar olan “Din”i şöyle tarif eder: “Din, insanın içini yani; evreni görmesini, hiçbir sistem ve inanca biat etmeden evrensel alfabe ile okumasını ve de kapının sadece içeriden çalındığında duyulduğunu bilmesi demektir.”