Megaloman tür!
Zeka, evrenin tamamı ile ilişki içindedir. Çünkü, evren; zekadır.
İletişim kurma noktasında, zeka; “Gözlem” olduğu için ben-sen düalitesini yaratmadan, hiçbir canlıyı kişiselleştirmeden, ötekileştirmeden fark ederek sadece, bilenlerin de anlattığı gibi; “Olur”.
Dünya’da yaşayan tüm canlılar, -insan hariç- zeka ile hareket eder.
İnsan, kendisi dışındaki bu canlıların tamamını hayvan olarak kabul eder “vahşi, katil, ölümcül” gibi kelimelerle sınırlayıp, sanki bu özellikleri taşımıyormuş gibi, kendinin farklı olduğunu zanneder!
İnsan öncesi canlıların tamamı iki güdü ile hareket eder; 1- Türünün devamı için üremek, 2- Karnını doyurmak için avlamak.
Bunlar, günümüz “Homo”su için çok uzak davranış güdüleri değildir. Ancak, bu ikili, bir farkla insanda; 1- Türünün devamı için üremek değil, anlık zevki için sürekli seks yapmak, 2- Cinsiyet belirtmeksizin (korkuları yüzünden) öldürmek, soğutucularda yarınları için (güvensizlik kaynaklı) yiyecek saklamak olarak gerçekleşir.
İnsana ait bu zihinsel yapıya, insan öncesi primatlarda rastlamak mümkündür ama onlarda bir sınır vardır. O da, bölgesel kontrol için gerçekleşir.
Aslında, -insan açısından- yukarıdaki güdüleri taşımadığını inkar etmesi karşılığında, en net örneği; ülkeler, sınırlar ve bayraklar yaratması olarak gösterilebilir.
Bugün, savaşların para için çıkarıldığı iddia edilse de zihinsel altyapısı; önceki türlerden aktarılan bölgesel kontrol kaynaklı bir psikoloji içermektedir.
“Homo” türü değişimimizi sağlayan dünya dışı varlıkların bize bıraktığı mitolojik kayıtları araştırıp, okursak, neden bu kadar şımarık olduğumuzu anlamamız çok daha kolaydır.
Sonuç olarak; araştırma yapmak, ya da yapılan araştırmaları okuyup, kendimizi tanıyıp öncelikle, çocuklarımız yetiştirirken, bu bilgi ile hareket etmemiz gerekir.
İnsan için her şey gerçektir ve bu gerçeğinin peşinden koşmaya öyle inandırılmıştır ki, bilmediği ve anlayamadığı bir yolculukta gelişmek yerine telef olmaya gitmeyi seçmektedir.
Evet.
İnsan, sürekli “Megaloman” bir zihin yapısı içinde her yerde serseri mayın gibi yaşamaktadır.
Hayatına can veren olarak kabul ettiği “yaratıcım” dediği tanrısını bile elinin tersiyle, parası uğruna itmektedir. Dinsel inancının her şeyden önce geldiğini söylemekten çekinmediği her gününde, tüm canlılara zarar verirken, aynı zamanda hiç rahatsız olmamaktadır.
İnsan, tanrı inancından korktuğu için (cezalandırılmak adına) önce biat ederek bir parçası olur, sonra da kibiri yüzünden onun yerine kendini koymak suretiyle yarattığı her şeyin sahibi olduğuna inanır!
Bunun tam karşılığını; DNA’sına müdahale ederek (klonlamak) yarattığı canlılar ile, farkına varmadan yarattığı “Akıllı Robotlar” ile ve en önemlisi de teknoloji bağımlılığının zihinsel gelişimine engel olması gibi davranışları ile içinde bulunduğu bu “Megaloman” halinde gösterir!
Şunu çok iyi anlamalıyız; irademiz dışında gelişen olayların hakikatini anlarsak, hayatımızı keyifli, mutlu, huzurlu ve hatta, hiç hastalanmadan sağlıklı şekilde yaşar, “Megaloman” halinden özgür oluruz.
Dünya’da mal sahibi olmak için çılgınlar gibi mücadele etmek ve kaybettiğinde de üzülmek gereksizdir. Çünkü, sonsuza kadar yaşayacak bir “Şey”in zaten olmayacağını anlamamız gerekir ki; hakikatte, ölüm sonsuzluğa doğar.
Hayatımızı psişik zamanda değerlendirdiğimiz için yaşarken zorluk çekiyoruz.
Küçük dünyalarımızda yaşarken, var olan harika dünyamızı yok etmek için aklımız sıra çözümler üretiyor, hatta, burası yokmuş gibi davranıp, başka gezegenlerde kendimize, burada yaptıklarımız tekrarlamak için yer arıyoruz.
Buna da, utanmadan; “Merak” diyoruz!
Oysa, merak; Ben-Sen demeden iletişim ve ilişki kurmaktır. Benim ve senin bir olduğumuz anda zamansız ve mekansız anda özgür olmaktır.
Yani; zihinden, geçmişten, düşünceden, kendinden özgür olmaktır.
İnsanın zamana bağlı hayatı, isteklerin artmasını, duygularının çoğalmasını ki; kayıplar yaratır (!), huzursuz, mutsuz ve sağlıksız bir sistem ortaya çıkarmaktadır.
Din kitaplarında, ahiret kavramı karşılığı; “Araf” diye bir kelime vardır.
Kelime anlamı; iyilerin ve kötülerin geçici arınma yeri olarak tarif edilen dini bir terim. “Cehenneme giden yol iyilik taşları ile döşelidir” cümlesi, tam da “Araf” için derlenmiştir.
Neden mi?
Beklentinin olduğu, bir karşılık için yapılan her iyiliğin aslında kötülük olduğunu anlatır.
İnsanın tarihine baktığımızda neredeyse tamamında, hele ki günümüzde her karar iyilik taşlarıyla örülmektedir!
Zeka’nın olduğu yerde iyilik yapılmaz, olur…
İyiliğin hangi özelliklere sahip olduğunu anlarsak, var olduğunu sadece yok olduğunda fark ederiz!
Varsayımların doğruluğunu sınamak istediğimizde hiçbir bilimsel yol bize asla çözüm sunamaz. Teoriler, kavramlar ile sanal zihin yapımızla düşünerek, değişkenlerin (yetilerimiz) ince ayarlı doğasına dokunmamız mümkün değildir.
Evrenin “Nedensellik İlkesi” ile var olduğuna inanıyorsak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; değişkenler, bir evrenin olması için oldukları şekilde olurlar.
Bu sonuç, evrenin olmasını sağlayan hakikattir.
Dünya’daki şimdilik son tür insan, daha akıllı bir canlı ile bir gün karşılaşır ve merak ettiği bir çok konuya cevap arasa bile evrenin gizemi konusunda yine de bilgisiz kalacaktır. Çünkü, evren, akıllı varlıkların öncesinde olması ile ortaya sonuçlanmamış bir soru bırakmıştır ki, o da; “başlangıç nerede, ne zaman, nasıl, neden ve kim tarafından diye…”
Evet.
Bilenler, bu durumu, evrensel alfabeyi okumayı bildikleri için meditasyon olarak yaşadılar, anlattılar.
Meditasyon; ritüellerin, kendini tekrar eden kelimelerin ve bir noktaya odaklanma değil, zihinden, geçmişten ve düşünceden özgür yaşama halidir.
O yüzden, evrensel alfabeyi okumak, tasavvufta anlatıldığı gibi, “HİÇ” olmayı gerektirir!
İçeri girmeden önce her şeyini kapının önünde bırakmayı gerektirir!
Günümüzde, insanın yaşamına bakınca, hücrelerimizin özgürce iletişim kurmasını sağlayan boşluk (!), yani; meditasyon, insanın bu zihin yapısı içinde geleceğinin olamayacağını anlatırken, hiçbir şey anlamasak bile bir şeyi fark etmemizi sağlar.
Kendimizi.
Çünkü, evrenin kendisiyiz.