SESSİZLİK KASESİ
Kaseyi kimi cebinde, kimi yüreğinde taşır.
Dil, genetik ipuçlar, fosil kayıtlar ve nörobiyolojik araştırmalara bağlı olarak, insan soyunda, ortak atamız Neandertal’ler ile ayrılmamızdan bir süre sonra, önce sembollerle, muhtemelen en geç 250.000 ila 200.000 yıl önce ortaya çıktığını gösteriyor. Etimolojik olarak da (en eksi kaynak: Tibetli Şamanlar’a ait); “içinden çıkan” anlamı taşıyor.
Dil, geleneksel süreci tetikleyen yapıda kuşaklar arası farklılık gösterse de, olması gereken zamanda, bulunduğu yerden çıkıp “Nedensellik İlkesi” gerçekliği ile tüm canlılar arasında iletişim kurmanın anahtarı olarak karşılık buluyor!
Diyebiliriz ki, dil, tüm canlılar için olması gereken, paylaşımlı bir ilişki kurma seçimi olarak zihinsel hareket ediyor. Dil, aynı zamanda, her türün kendine özgü yapısında, kendi içinde değişim gösterip, bir sonraki adımı atmak için neden oluşturuyor. İnsan da, bu davranış modelini daha anlaşılır olması için geliştirip, bir sonraki değişimine kadar katkı sağlıyor.
“Keşkül” de bu kelimelerden biri.
“Keşkül” geriye doğru gittiğimizde; Farsça (kāse), Arapça (tās), Aramice-Süryanice (kāsā), Akatça (kāsu), Sümerce (kasu), Sanskritçe ve Tibetçe (kuNDI) başlangıcına dönüyor.
Burada çok önemli bir ayrıntı var. Mu Kıtası’nın batmasından sonra Güney Asya’ya göç edenlerin bir bölümü için “Şaman” denilmesi, bizi bir başka gerçekle yüz yüze bırakıyor. Tibet’te, bugün bile konuşulan dil Sanskritçe’de “Şaman = Dilenci, Rahip” olunca, taşlar yerine oturmaya başlıyor.
Şamanlar’ın zaman içinde Tibet kasesi olarak bilinen insan zihnine de etki eden rezonans (Enerji) üretme kapasitesine sahip “Thadobati bowls” kaplarını kullanmaları, dilin renklerini daha huzurlu bir hale taşıyor!..
Bulundu zamanlara göre çeşitli kelimelerle anlam yüklense de, Farsça, Arapça, Aramice, Süryanice, Sanskritçe ve Tibetçe olmak üzere “kase veya kap” ortak kelime “Çanak” olarak kabul ediliyor. Tüm bu çanaklar insan açısından farklı amaçlar adına değerlendirilse de zihinsel etkinliği binlerce yıldır ön planda kabul ediliyor. Çünkü, paylaşımında, evrensel buluşma yatıyor ve ister ses, ister söz hepsi de ilahi bir sürece hizmet ediyor.
Dil ve dillenmek, dinlemenin ilahi birlikteliğini oluşturuyor.
Konuştuğumuz zaman sesimiz karşı tarafla iletişim kurmamızı sağlar, içeriği ilişkimizi etkiler. İçerik, aynı zamanda ses rengi olarak karşıya sunduklarımızda ya hayat bulur, ya da ölü birliktelik doğurur!..
Gelelim Keşkül’e.
Dilenci, günümüzde “para isteyen” olarak tarif edilir, zaman içinde sistemin bir parçası haline gelmiş kişi diye kabul görür. Oysa, “dilenci” kişiselleştirilmiş bir kelime değil, başlangıçtan günümüze evrim sürecini, doğayı ve ilişkileri anlatandır. Çünkü, kullanan ve karşı kullanan aynı noktadan hareket eder; “Karşılıksız Paylaşmak…”
Dilenci tabir edilen bir insan gerçekte, gözlemci olduğu için gözleneni okumakta, ona dokunmakta yani; dillenmektedir!
Bu şu demektir; “Sen ve Ben bir DANEyiz. Yani, bir TANEyiz.”
DANE (tane); “Tohum, Soy” demektir ve tohum olmadan soy meydana gelmez.
Tohum paylaşılınca, soy gelişir.
Soy geliştikçe, tohum değişir.
Doğa, farkında olmamız için bunun görsel hakikatinde bizlere çeşitli renkler sunmaktadır: Yaşamı.
Şems-i Tebrizi; “Sükutun da bir sesi vardır, onu duyacak yürek lazım” diyerek, aslında sesin ister ağızdan, ister çanaktan, isterse de sessizlikten (Hiçlik) çıksın ilahi bir ilişkisi olduğunu anlatmaktadır.
Yine aynı Şems-i Tebrizi; “Çatışma ve gerilimlerin çoğu dilden kaynaklanıyor. Kelimelere çok fazla dikkat etme. Aşkın ülkesinde dilin yeri yoktur. Aşk dilsizdir” diyerek, dillenmenin aslında dinleme olduğunu, -günümüzde yaptığımız gibi- dinlemeden konuştuğumuz için kakafoni yarattığımızı söylemektedir.
Her insanın kendine ait
bir Keşkül Kasesi vardır.
Kaseyi kimi cebinde,
kimi yüreğinde taşır.
Başlıktaki “Sessizlik Kasesi” yani; “Keşkül” dillenmeyi, paylaşmayı, bir olmayı anlatır.
Keşkül, DANE’nin kendi ile buluşması, bedenin ve nedenin zamansız halde aşk olmasıdır.
Kadim uygarlıkların semavi dinlerden çok daha önce bildiği “Hiç” farkındalığını tekrar tekrar hatırlatanlara rağmen yok saydık, “Ben-im” inancı içinde kişiselleştirdiğimiz kararlar aldık.
Hazırsan “Sessizlik Kasesi” seni bekliyor.
HOŞ GELDİN