Yaşam kendidir
Nefes almıyor, yemek yemiyor, salgı yapmıyor ve hiç büyümüyor, yani; canlı olamaz, değil mi?
“O”, canlı bir hücreyi ele geçirir, onu kendisinin o kadar çok kopyasını üretmek için kullanır ki, hücreyi patlatır ama kendi ölmez!
Bu canlının adı: Virüs.
Virüsler, birçok şekil ve boyutta ve her canlıya bulaşır.
Virüsler, çok küçüktür.
Bir virüsü pire boyutuyla karşılaştırmak, bir insanı Everest Dağı’nın boyutuyla karşılaştırmak gibidir.
Virüsler, kapsid adı verilen bir protein paketinin içinde kısa bir genetik kod ile çok basit bir yapıya sahiptir.
Virüs bir hücreye bulaştığında, genetik kodunu hücreye aktarır, kapsidi için genetik kodunun ve proteinlerinin birçok tekrarını (!) yapmak üzere konak hücrenin mekanizmasını devralır. Yeni virüsler daha sonra konak hücrenin içinde toplanır, sonunda hücreyi patlatır, öldürür. Dolayısıyla, hücrelerin viral yıkımı hastalığa neden olur.
Virüsün kendine ait bir yapısı vardır ve o bilgiyi şartlara uygun olarak başka bir canlıya aktarır.
Bu kadar basit.
Dünya’daki hemen hemen tüm canlıların özünde var olan özelliklerden biri de nefes almaktır. Yani; oksijenli solunum yapmak.
Oksijen, bedenin hücresel hareketini sağlayan enerjisini üretmesi için yakıcı kimyasal bir element olarak evrenin başlangıcından beri her yerde bulunur ve bir hücrenin yani; tüm bir bedenin yaşamasını sağlar.
Araştırmalar, bir canlının bulunduğu çevre ve fiziksel yapısına bağlı olarak günde 25 Bin ile 90 Bin defa nefes aldığını gösterir.
Peki, biz insanlar nefes alırken, nefesimizi fark edebilir miyiz? Ya da, virüs gibi, özümüzde olan bu hareketi takip edebilir miyiz?
Kesinlikle hayır. Çünkü, vücudumuz, nefesimizin hareketine bağlı, kendini, belli bir düzende ama sürekli yenileyerek olur. Yani, aldığımız nefesin içinde tekrar yoktur, o yüzden de zihinsel olarak takip edemeyiz. Ancak, nefes olursak takip edebiliriz!
Nefes, kendini tekrar ediyor gibi gözükür ama hiç bir zaman aynı ölçü ve derinlikte değildir. Bunun nedeni; nefes alıp verirken, tüm şartlarımızın anda değişiyor olmasıdır.
Nefes, zamansızlık ve mekansızlık içinde olur.
Bu hakikat, yaşamın dinamik olduğunu, bizim de zaman olmaksızın, nedensellik ilkesine bağlı yaşadığımızı anlatır. Ancak, biz insanlar, kişiselleştirdiğimiz zihinsel döngümüzde yaşarken, -yarattığımız cehennemimiz içinde- bu hakikati fark edemez, hiç bir şekilde nefes olamayız!
Oysa, bir virüste olduğu gibi hastalığa neden olan tekrarlar olduğunu anlarsak öncelikle, tekrarlarımızdan yani; cehennemimizden kurtulur, cennetimizde yaşamaya başlarız!
İnsan, basit yaşamak için zihinsel kabuğunu kırmalı, inandırıldığı gerçeğinin körleştirildiğini görmelidir.
Düalite bakış açısı içinde yaşarken, kararlarına mahkum olmaktan kaçınmalı, yarattıklarının sonunun başlangıcı olduğunu anlamalıdır.
Geleceğinin gelmeyeceğini görmelidir ki, evrensel alfabeyi okusun. Aksi takdirde, yarattığı zihinsel zamanından özgür olamaz.
…
İNSAN,
Özgürlüğün bir yaşam, düşüncenin de onun yolu olduğunu zannederken, hayatının inanç orgazmıyla gerçekleştiğini kabullenir, köleliğine teslim olur.
İNSAN,
“Kim’im” sorusundaki cevabın içinde “kim”i göremezken, kelimeleri yaratanın kendi ama yarattığı kelimelerin aptallaştırdığını anlayamaz.
İNSAN,
Yinelediği -ikinci el- hayatını, “yeniledim” düşüncesiyle geleceğe taşırken, aslında, çok daha önce var olmuş her şeyi yarattığını sanır.
ÇÜNKÜ, İNSAN…
Evrenin bir köşesinde, kendini sorgulayamayacak kadar korkak ve de yarattığı zamanının içinde zehirlerken, yinelediği yaşamını, kusmaya devam edecektir.
Taa ki, kim olmadığını anlayana kadar.